14 Aralık 2014 Pazar

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku



Dün kahvaltı sonrası internetten gazetelere göz atarken oyuncuların röportajını görüp aynı gün akşam seansına yetiştiğim filmdir kendisi.
Gerek ismi, gerek fragmanını başarılı bulmam gerekse "Aşk ama nasıl bir aşk?" cümlesine bayılmış olmamdan paldır küldür en yakın sinema salonunda soluğu aldım. Film vizyona çıkalı 2 gün olmuş, dün seans ararken henüz her salonda gösterimde olmadığını gördüm. Neyse umarım zamanla yaygınlaşır da hepiniz pıtır pıtır gidersiniz :)
Bi kere kendileri bir kitap uyarlamasıymış ama işin açıkçası filme gidene kadar bundan haberim yoktu. En yakın zamanda İlhami Algör'ün bu "uzun isimli" kitabını alıp okuyacağım.
Filme gelirsek Arif klasik bir toplum-beni-anlamıyor insanı,zira kendisi yazar, daha doğrusu yazamayan bir yazar. Aşk ve kadın üzerine bir roman yazmaya çalışıyor, fakat bi türlü kadın karakteri oturtamıyor. Hayalindeki kadının içsel özelliklerini tanımlıyor, kahvede oturan arkadaşlarından "kadın nasıl olmalı?" konulu konferanslar dinliyor ama hala kafası karışık. Bi gün yakın bir arkadaşının yattaki düğününde Müzeyyenle tanışıyor. Müzeyyen ne kız ne erkek tarafı çünkü o da düğüne davetli,morali bozuk arkadaşının peşinden gelmiş. Fakat aşırı matrak, özgür ruhlu, cool bir kadın. Hatta ilk tanıştıklarında Arif'e muzipçe göz kırparak "Beni senin için gönderdiler, yukardan" diyor.  Müzeyyen bence biraz silik ama çokça şair-yazar ruhlu erkeklerin hayalindeki kadın. Çünkü her daim güçlü, her daim anaç ve Arifi çekip  çeviren de o oluyor belli bir süre.
Hatta bi ara otururlarken "Para kazanamazsan ben sana bakarım, hem Türk edebiyatını desteklemiş olurum."  filan diyor. Yani kesinlikle kendinden başka kimseden bir şey beklemeyen ve bir şey beklenmesinden de hoşlanmayan bir tip. Ama olabildiğine cömert. Bu arada filmden çok Müzeyyen'i anlattığımın ben de farkındayım ama açıkçası film 106 dklık bişi ve onun da yüzde 80 ini Müzeyyen oluşturuyor. Arif sanki sadece Müzeyyen'i anlatmak için konulmuş bir figür gibi, tabi filmin sonunda bu değişiyor. Filmde bazı cümlelerin yazılı olarak gösterilmesi bir edebiyatsever olarak çok hoşuma gitti. İkisi konuşuyorlar mesela plajda, kadının da adamın da replikleri denizin üstünde yazılı. Adamın söylemek isteyip de söyleyemedikleri bile yazılı.
Bi de gene konu Müzeyyen'e gelecek ama kıyafetlerle kim uğraştıysa gerçekten süper bir iş çıkartmış zira Müzeyyenin tarzı Müzeyyen'e cuk oturmuş. Saç bantları, uçuş uçuş elbiseler, hafif makyaj vs ile Müzeyyen tam bir Müzeyyen olmuş.
Bence tek üzücü  yanı filmin kısa olmasıydı.Yani göz açıp kapayana kadar hikaye bitti, "noluyo yaaa" olduk. En azından Arifle Müzeyyen'in sahnelerini biraz daha uzatabilirlerdi.
Neyse sonu  Ariften ve Müzeyyenden güzel  repliklerle bitiriyorum.

 "... Müzeyyen ayıp-yasak-günah üçgenini kırmış yerine Bermuda Şeytan üçgenini getirmişti."

-Adam kadını çok seviyor, sevdikçe ruhu büyüyor, ruh eve sığmıyor?
-Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku.
-Bana biraz tek taraflı bir tutku gibi geldi :)

"Bir şeyin kalbini kırması için illa yanlış olması gerekmez ki."

-Müzeyyen
-Efendim?
-Hiiç... Adını söylemek hoşuma gidiyor.



10 Aralık 2014 Çarşamba

Biri Dudak Koruyucusu mu Dedi??? O.o

Eveeet son yazımdan sonra şimdi bambaşka konuda bir yazıyla karşınızdayım. İşin açıkcası film,dizi hakkında yazı yazarken bi anda kendimi "şekerimmm o ruj sana yakışmış mı yaneeeee" derken bulmam kolay olmadı, ama zaten ne yalan söyleyeyim içimde bu günü bekleyen bi kozmetikçi, bi avoncu bi teenager yaşıyordu!
Açıklamasına  gelirsek, olayın hiçbir ticari amacı yok,zaten beni okuyan çok kişi olduğunu da sanmıyorum ama olsun gene de yazmak iyi geliyor :D
Yaradılış itibariyle her şeye meraklı, her olaya burnunu sokan bi tip olduğum için pek çok konuda az çok fikrim vardır övünmek gibi olmasın. Ben de bunu azıcık dizi, film önerisi dışında kullanayım, bari üç beş kişinin hayrına olsun hem çenem de soğusun diye buraya aktarmaya karar verdim. Bugünkü konum kozmetik-her genç kızın rüyası.
İlk olarak "hangi dudak koruyucusu" konusuyla başladım çünkü yaşım itibariyle pek ruj kullanan bi hatun değilim. Sonuç olarak üniversite öğrencisiyiz, dudaklarımıza banyo terliğiyle vurulmuş gibi gezmeye gerek yok dimi şekerrrimm??
Tabi böyle dedim diye hiç ruj kullanmıyorum algısı oluşmasın, o konuyu da başka bi gün ele alıcam. Heh ne demiştik, dudak koruyucusu. İşin açıkcası memleket dudak koruyucusundan geçilmiyor ama uzun süre istediğim kıvamda bir şey bulmak nasip olmadı. Çünkü dudak koruyucusu dediğin hem nemlendirmeli, hem renk vermeli, hem güzel kokmalı hem de uzun süre etkisini korumalı. Yoksa napim ben seni yeaaahhh??
Bugün uzun süre kullandığım üç markayı karşılaştırarak başlayacağım. Eminim bunlardan en az birini kullanmış en kötü ihtimal görmüşsünüzdür.

Nivea

Valla kendisiyle uzun bir süre geçirdik gerek lise gerek üniversitenin başlarında olsun. Şu ana kadar kirazlısı, çileklisi, şeftalilisi ve pink guavanası dahil birçok çeşidini denedim.
Aslında genel olarak memnun kaldım, bi kere çok güzel renk veriyor-mavisi hariç- kokusu da hoş. Ama son zamanlarda biraz sapıttılar sanki, artık dudağıma sürdüğümde biraz kozmetiğimsi hisse kapılıyorum. Böyle nasıl anlatsam, sanki bişiler dudağımı yakıyor gibi. Bir de biraz fazla yağlı, sanki krem değil de yağ sürüyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz başka bir marka deneyince.Fiyat olarak orta karar. Bazen ucuza filan görüyoruz marketlerde bazen de bakım ürünleri mağazalarında. Kendisiyle yollarımı ayırdım maalesef şu pink guavana da bitsin ardından su dökücem.Ama yad etmek amaçlı vaktinde sevdiğim çeşitleri yazıyorum ki düzelirlerse ne alacağımızı bilelim.
 Yandaki vitamin shake koku olarak en beğendiğim türüydü. Sürdüğünüzde hoş bi koku ve hafif bi pembelik bırakıyordu-sonra ondan bulamadım umarım hatırladığım gibidir-.
 Vişneli olanı bi arkadaşım önermişti de denemiştim ama abartıldığı kadar kırmızı yapmıyor dudakları. Pek bi numarasını göremedim. Mavi de dudakları beyaz beyaz yapıyor ama daha kremsi bir havası vardı. Şu an kullandığım pink guavana da vitamin shakeden sonra ikinci gözdem.

Beebeauty

Valla o kadar uğraşıp yapmışlar bişi demek istemiyorum ama şu ana kadar kullandığım en kötü markaydı kendisi. İndirimde görüp sevimli karakterlere aldanıp aldım. Çok güzel renk veriyor ama vaad edilen çilek vs kokusu sıfır. Bi tek plastik plastik kokuyor :(
Bu şu an aldığım, bundan önceki de Buggs Bunnynin kız versiyonundandı. Bi süre sonra kendini salık vıcık vıcık olunca kullanmayı bırakmıştım. Sonra akıllanmadım gittim tweety e kandım bunu aldım ama olduğu gibi duruyor :(
Kırk yılın başı çok kremsiz kalırsam filan sürüyorum.

Neutrogena

Ve Tanrı Norveçli balıkçıları yarattı, onların sayesinde biz de bayram ettik!
Şaka bi yana, uzun süre sade tasarımından ve diğerlerine göre daha pahalı olmasından dolayı Neutrogena'nın dudak koruyucusunu hiç kullanmamıştım. Geçen Gratis'e uğrayınca "aman bi deneyeyim nolcak" dedim ve aldım.
Keşke daha önce alsaymışım. Resmen bunu aldıktan sonra Norveçe yerleşesim bütün gün krem sürünesim geldi. Bi kere çook güzel kokuyor yani Norveç böğürtleni denen nanenin bu kadar güzel kokacağını bilsem her şeyimi Norveç böğürtlenli alırdım. İkincisi yağlı ya da plastiğimsi değil, bildiğin yumuşacık krem. Yani dudaklarıma 5 dk da bir krem sürdürtecek kadar güzel-maşallah-. tek kusuru renk vermemesi. Yani bunu sürünce dudaklarınız soluk bir hale geliyor, o yüzden ben genelde bunu sürüp üstüne ruj sürüyorum.
Bundan sonra gidip bi yoğun bakım kremi bi de yüz temizleyici aldım aynı markadan. Kremden memnunum, yüz temizliyiciye de yeni başladım bakalım gelişme oldukça yazıcam.

Bunların dışında tamamen organik maddeden yapıldığı söylenen başka bi dudak koruyucusu marka daha vardı, B ile başlıyor sanırım, bi ara onu da deneyip görüşümü yazacağım. Böyle diyince sanki Vogue'da yazıyor gibi hissettim ama anladınız siz :D

Şimdilik hoşçakalın teletabiler bu kız kaçar ;)

6 Aralık 2014 Cumartesi

Açlık Oyunları: Alaycı Kuş Bölüm 1

Bu aralar o kadar yeni ve izlenmesi gereken film var ki cidden neye odaklanacağımı şaşırdım. Tabi ki içsel bi kayırma yapıp Açlık Oyunlarıyla başladım, zira isyansa isyan, aksiyonsa aksiyon! Şu gri,puslu kış günlerinde azıcık hayatımıza renk gelsin ayol!
Filme gelirsek, büyük umutlarla gittiğim film beni hayal kırıklığına uğratmadı(Tenks God).
Jennifer Lawrence o poğaça yanakları, tatlış suratıyla nasıl alaycı kuş olacak demiştim ama valla oldu!
Keşke sesi de konuşurken boğuk boğuk tarlabaşı travestisi gibi çıkmasa :(  Diğer karakterlere gelirsek ben bu filmde de Peeta'yı beğenmedim. Ya tamam zaten Gale'in yanında hiçbir şansı yoktu ama bari filmde azıcık kaslı maslı bişi koysaydınız da koskoca alaycı kuşun şu çocuktan hoşlanmasını doğal kabul edebilseydik.
Ama yok, Peeta bu filmde de bol jöleli saçları,ağlak suratı ve başına gelenlerle en fazla "mmm geçmiş olsun cnm yaaa" dedirtiyor, sonrasında ağzımızın suyu aka aka Gale'i kesiyoruz.
Uff geldik Gale'e <3 <3 <3
Rabbim şu çocuğu yaratırken kaç gün harcadı bilmiyorum ama ben bütün film kestim.
Tam bi serseri yakışıklılığı yok mu <3
Yani bu çocuğu al, ömrünün sonuna kadar kolunda aksesuar diye gezdir çuval giysen stil ikonu ödülü alırsın o kadar diyorum.
Hani filme odaklanmak, sizlere daha yararlı bilgiler vermek istiyorum ama bi beş yüz sayfa Gale'i övüp motive olmam lazım açıkçası.
Liam Hemsworth yani namı diğer Gale, Avusturalyanın bağlarından kopup gelmiş bir arkadaşımız. Ve henüz 24 yaşında!!!


Daha önce Neighbours adlı dizide bi de bi filmde rol almış sanırım (Şu yazı biter bitmez diziye başlıyorum).
Onun dışında Açlık Oyunları'nın kariyerine bayağı etkisi olacağı aşikar.
Ya her şeyi salla çocuk modellik yapsa bile iyi para kazanır şunun sıfatına bak!!
Neyse konuya geri dönersek, bu filmde de Gale 1383930. tane oscar alacak kadar iyiydi. Sırf yakışıklı diye söylemiyorum, soğuk ama cool, aynı zamanda da aşık ve cefakar mıntıka çocuğu rolünü süper oynamış.Hatta spoiler vermek gibi olmasın ama  bi sahnede Katniss bunu öpüyor, sonra Gale "Bunu yapacağını biliyordum." diyor. Katniss "Ben bile bilmiyordum, sen nasıl bilebilirsin?" diyince de "Çünkü acı çekiyordum, ne zaman acı çeksem ancak o zaman benimle ilgileniyorsun." diyor.
Uff bu çocuğu gudubet Peeta için bıraktın ya helal sn spr devam .d

Diğer ayrıntılara gelirsek filmin toplu isyan sahneleri çok iyiydi. 13. mıntıka içinde geçen bazı yerleri gereksiz buldum açıkcası, sonuçta hepimiz filme "isyan, daha cok isyeeeaaannn" diye gittik, o yüzden damardan rebellion verseler bile gıkımızı çıkartmazdık. Bazı dakikalarda monotonlaşır gibi oldu ama sonrasında güzel bir atakla seyircinin dikkatini geri kazandılar. İşin açıkcası gittiğime değdi, çıkışta hepimiz "Kahrolsun Capitole" kıvamındaydık.
10 üzerinden 8.5 veriyorum(bkz. yeni puanlama sistemi geldi)




24 Kasım 2014 Pazartesi

Bu İşte Bir Yalnızlık Var

Geçen sene ilk çıktığında arkadaşlarımla gidemediğim için hasetlendiğim daha sonra "ay önce kitabını okuyunca daha güzel oluyomuş" diye kitabı okumaya başlayıp yarım bıraktığım, bu sebeple de bi türlü izleyemediğim Bu İşte Bir Yalnızlık Var'ı nihayet izledim!
Gene sıkıntıdan kendimi kesmek üzere olduğum, 1273902 tane ödevimin ve 0.0008 saat vaktimin olduğu bi günde böyle naif,tatlı, müzikleri kaliteli bi film ararken pat diye önüme düşüverdi!
Zaten fragmanı izleyip de iç geçirmemek, bi göz atayım dememek mümkün değil.
Müzikleri,sahnelerin güzelliği,dekor, kıyafetler resmen tam puan aldı. Galatanın eteklerinde tatlı bi kafe mi dersin, bahçeli,çiçekli tatlış bi apartman mı dersin, salaş ama tarz giyinen Özgü Namal mı dersin, ne istersen var. Fakat görsel ve müziksel olarak bu kadar tatlı bi hikaye maaalesef oyunculuk anlamında çok sarıcı değildi. Yani acaba hikayede mi bi sorun var diyorum,yoo bence Tuna Kiremitçi'nin romanından uyarlanan kitap tam soğuk havalarda sevdicekle battaniye altına girilip izlenecek,izlerken de sıcak çikolata içilecek film. Fakat diğer rollerinde devleşen, her yapımına gözüm kapalı alkış tuttuğum Özgü Namal bu projede nedense bi tutuk. Şimdi böyle kırk yıllık sanat eleştirmeni gibi bilmiş bilmiş konuştum,ama cidden benim gibi sanat gözü sadece görselden ibaret olan biri bile "yav bu işte bi şeylik var" diyorsa cidden vardır!
Diyaloglar arası kopukluk, hızlıca söylenmiş yapay replikler, "beni kim buraya koydu yav?" şaşkınlığında bi oyunculuk gördüm, Ayşeye bi türlü ısınamadım :(
Ama gariptir çok fanı olmamama rağmen Engin Altan Düzyatan'ı, daha inandırıcı ve samimi buldum. Ruhunun bi yerinde serseri bi müzisyen yatıyomuş demek.

Bu arada konuya gelirsek, Mehmet  bi zamanlar popüler bi grupta çalmış ama şimdi sadece para kazanmak için zengin ve yeteneksiz öğrencilere ders veren, bi de üstüne boşanmış ve kızını anca haftasonları gören bi baba.
Şimdi koca olarak  bu serseri yaşam biçiminden tam puan veremicem ama baba olarak lokum gibi!
Yani şunların güzelliğine bakar mısınız o.O
Kalp kalp kalppp <3 <3


Ayşe ise kendi küçük tatlı mekanını işleten, kocası Orhanla sorunları olan bi kadın. Bu arada Ayşe ve Orhan çiftiyle Mehmet altlı üstlü oturuyorlar ve aynı zamanda uzun zamandır da arkadaşlar.
Bi gün gene ateşli bir tartışmadan sonra Orhan evden çekip gidiyor ve birden kayboluyor.
Ayşe kafayı yemiş gibi onu ararken Mehmet de Ayşeye yardım etmeye çalışıyor.
Ve yavaş yavaş Ayşeye aşık olduğunu fark ediyor.
Filmde ufak tefek izmir sahneleri var ki bu bile kendimden geçmeme sebep oldu-bkz. klasik izmirli davranışı vol.1 -
Ama öyle güzel ve aynı zamanda sıradan yerler seçmişler ki izlerken "aaa ben de bu yoldan yürüdüm, ama hiç böyle bakmamıştım" oluyor insan. Galatanın arka fonda olduğu sahneler de en az izmir kadar güzel. Sözün kısası kafa dinlendirmek, kısa süreli kaçamak yapmak için güzel bir film ama çok etkileyici ya da sürükleyici bir şey arıyorsanız aradığınız bu film değil.

31 Ekim 2014 Cuma

Once Upon A Time



Anacım bir varmıııış bir yokmuşş, evvel zaman içinde birileri bizim masal kahramanlarını toplayıp dizi yapmış,adını da "Once Upon A Time " koymuş. Gırgır bi yana, gene hayattan soğumama ramak kala, kendimi gerçekdışı bir şeylerin kollarına bırakmak isterken bu diziye denk geldim. Masal kahramanlarına olan ilgimi takma adımdan anladığınızı umuyorum.Diziye gelirsek, bir gün Pamuk Prenses'in kıskanç üvey annesi başta Pamuk Prenses olmak üzere bütün masal kahramanlarına korkunç bir lanet yapar. Hepsini bi kasabaya hapseder, ayrı yerlere dağıtır ve kin olduklarını unutmalarına neden olur. Bu durumu sadece lanet yapıldığı anda sihirli bi dolapla dünyaya gönderilen Pamuk Prensesle Yakışıklı Prensin kızları Emma bozabilecektir. Fakat onun da 28 yaşını beklemesi lazımdır. Her ne kadar bunu masalsı bir şekilde anlatsam da, hikayenin bir kısmı hayatın gerçeklerinden oluşuyor. Emma yetiştirme yurdunda büyüyen, hayatını insanlar için dedektiflikler yaparak kazanan bir kadındır. 28. yaş gününde bir dilek tutar. "Bir daha asla yalnız kalmak istemiyorum." diye ve o anda kapısını gençken evlatlık verdiği oğlu çalar. Emma başta inanmak istemez ama oğlu, onun Pamuk Prensesle yakışıklı prensin kızı olduğunu, diğer hikaye karakterlerinin de "Storybrooke" adlı bir kasabada kim olduklarından habersiz sıkışıp kaldıklarını iddia etmektedir. Emma, Henry'i evine geri götürdüğünde kasabada garip bir şeyler olduğunun farkına varır; ayrıca bu küçük çocuğun yardıma ihtiyacı vardır. Sonunda kasabada kalmaya karar verir ama bu Henry'i evlatlık alan Belediye Başkanı'nın hiç hoşuna gitmeyecektir,zira kendisi laneti yapan Kötü Kraliçenin ta kendisidir.


Dizi bizi yer yer masal kahramanlarının lanetten önceki hayatlarına sokmakta yer yer de şimdiki hayatlarını göstermekte. İşin açıkçası şeker tadında bir dizi, soğuk kış gecelerinde bi yandan çay içip kurabiye yerken bi yandan da elindeki kitaptan her şeyin bir lanetin sonucu olduğunu iddia ede Henry ve masal kahramanlarını izlemek sıkıcı olmasa gerek.
Hikayede kim kimdir diyenler için şemamız bile var:

İzledikçe açılan ve kendine bağlayan bir dizi.
Umarım siz de izlerken benim kadar keyif alırsınız çünkü Magic is comingggggg :)


.

30 Ekim 2014 Perşembe

Sherlock VS. Moriarty

Biraz zorlamayla başlayan ama daha sonra su gibi akıp giden,hatta fanlığa dönüşen Sherlock maceram devam ediyor! Umarım dizi gittikçe güzelleşir demiştim ya,güzelleşmek ne kelime süper oldu arkadaş! Hele Sherlock'un ezeli düşmanı Moriarty ve nerdeyse aşık olduğu kadın Irene Adler işin içine girince,tadından yenmez oldu! Şu an tüm sezonları bitirdim ve dizi bu kadar az bölümlü olduğu için aşırı üzgünüm :( Neyse,bugün size Sherlock'un ezeli düşmanı Moriarty i tanıtacağım. Kendisiyle 1. sezonun 3. bölümünün sonunda resmi olarak karşılaşıyoruz,ama hadi bi ipucu vereyim,daha önceden kendini gösteriyor.Sadece Sherlock'un etrafından gelip geçenlere azıcık dikkat edin :)
 Moriarty görünüşte Sherlock'un düşmanı olsa da bazı kişilik özellikleri tıpatıp aynı.Mesela ikisi de sürekli sıkılıyor ve sıkılmaktan nefret ediyor! Hatta bir bölümde Sherlock can sıkıntısından duvara ateş ediyordu! Bunun dışında ikisinin de beyni,sıradan insanlardan biraz farklı çalışıyor. Fazlasıyla detaycılar ve eğlenmekten hoşlanıyorlar(her ne kadar eğlence anlayışları cinayet ya da kriminal başka olaylar olsa da ). İşin aslı,eğer manyak bir psikopat olduğunu  bilmeseydim Moriarty'i Sherlock'dan çok sevebilirdim,zira insanın onun yanında canının sıkılacağını hiç sanmıyorum.Hiperaktif manyak gibi bir şey, sürekli hareket halinde,sürekli plan program yapıyor,sürekli fikir değiştiriyor.Biraz Doctor Who'nun düşmanı Master'a benziyor,ama nedense Master'a Moriarty kadar ısınamamıştım(belki de Doctor'a fanatik derecesinde bağlı olduğum ve Master onu tutsak ettiğinde haline fazlasıyla üzüldüğüm içindir :(  )
Bunun dışında Sherlock'la bu kadar kendinden emin ve alaylı konuşmayı becerebilen tek kişi olması,Moriarty'nin cazibesine cazibe katıyor.İşin açıkçası biraz sınıfın iki dahi ama farklı çocuğuna benziyorlar. Sherlock daha soğuk,kibirli, ama buna rağmen aydınlık tarafta; Moriarty ise daha rahat davranan,Sherlock'a kıyasla bir nebze daha sıcakkanlı ama kesinlikle karanlık taraftaki psikopat,manyak.


Bakalım ikilinin arasındaki mücadele nereye varacak?

26 Eylül 2014 Cuma

2 BROKE GIRLS


Eveeeettt herkes yerlerini alsın çünkü TV tarihinde izleyip izleyebileceğiniz en süper dizilerden biri geliyoooooo!!

2 Broke Girls!!!!

Bi dizi manyağı olmama rağmen maalesef kendileriyle geçen dönem tanıştım. Tamam tanışır tanışmaz buraya yazmayarak biraz pislik yaptım ama napiiim o kadar süperdi ki onca zaman sadece izledim,izledimmmm (kalp kalp kalp)

Her şey bi gün, izlenecek dizi ararken "neymiş la bu" diyerek 2 broke girls yazısı üzerine tıklamamla başladı.Konusunu üstükörü okuyunca bi deneyeyim dedim.

Sonrasında kopamadığımı söylememe gerek yok herhalde,anladınız siz.
Dizi 20 dakikalık bir durum komedisi.

Başrollerde hayatın sillesini yemiş, geleceğe dair hiçbir planı olmayan kahramanımız Max ile Manhattanın elitleri arasında büyümüş Caroline'in yolunun kesişmesini anlatıyor.

Babasının insanları dolandırdığı anlaşılınca, güzel sarışınımız Caroline (Beth Behrs) beş parasız ortada kalıyor ve Max'in(Kath Dennings) garsonluk yaptığı, kenar semtteki bi restorana garsonluk için başvuruyor.


Ve komedi başlıyorrrrrrrrr.
Başta hiç anlaşamasalar da, Max'in Caroline'a evini açması ve Caroline'ın bulundukları durumdan kurtulup zengin olmak için Max'i de teşvik etmesiyle birlikte ikili ortak bi hayalin peşinden koşmaya başlıyorlar: "Cupcake Dükkanı"

Ama bu pek de kolay olacak gibi değil, çünkü kızlarımız pek çok dizinin aksine uzunca bir süre  "broke" yani beş parasız.

Konuyu bir yana bırakırsak karakterler bile sırf izlemek için önemli bir neden.

İşbilir,sarışın Caroline'ın kalite takıntısı, sülalesi raad bi zenginken bi anda koli bandıyla bacaklarını almak zorunda kalacak kadar parasız kalması ama buna rağmen her fırsatta o eski şıkır şıkır Manhattan eliti gibi davranması beni benden alıyor!
  

Ama işin açıkçası dizide asıl favorim Max. Bi karakter ancak bu kadar efsanevi olabilir!!!
Her lafı gediğine oturtması mı dersin, Caroline dan önceki hayatında garip garip örnekler vermesi mi dersin(bkz. gözyaşı kanallarını satması) adeta bir serseri, bir deli yürek!






Ama işin asıl güzel yanı onlar birlikteyken daima eğleniyorlar,beş parasız olsalar bile :)




Bu arada dizinin tek komiği bu ikili değil. Restoranda sürekli cinsel imalı şakalar yapan aşçı Oleg,
üst kattaki ağır Polonya aksanlı,abartılı giyinen komşuları Sophie, restoranın sahibi, ufak tefek, yanakları mıncırılası Koreli Han ve kasada oturan,her an konser verecek gibi duran klas zencimiz Earl.
  

 


Eveeet bi dizi tanıtımının daha sonuna geldik. Eğer 2 broke girls e başlamaya karar verirseniz ki, bence şu zamana kadar başlamamanız bile bi kayıp, bi oturuşta bütün sezonları bitirmeyin sonra özlüyorsunuz :(



30 Mayıs 2014 Cuma

Game Of Thrones-All Men Must Die (Dikkat!! Spoiler İçerir)

Günlerdir ülkemizi saran acıdan kafamı azıcık uzaklaştırmak için bugün, bayağı büyük lokma bir diziyi yazmaya karar verdim. Evet başlıktan da anlayacağınız üzere, Game Of Thrones çılgınlığı başlar başlamaz her meraklı Türk vatandaşı gibi ben de izlemeye başladım. İlk sezon, pek akıcı geçmedi açıkçası. Sürekli bir "Winter is coming"" nidaları, Winterfall'ın soğuk tepeleri, iç karartıcı mekanlar derken bitti de rahat bir nefes aldık

2. sezondan itibaren, hikayen hız kanadı, zira hikayenin en tutulan kahramanlarından Ned Stark öldü!
Bu da dizide kimsenin güvende olmadığının açık bir kanıtıydı.
Karakterlere geçersek,  yazarı George R.R. Martin yaşına rağmen deli bir karakter hazinesi oluşturmuş,zira diziye giren çıkanın haddi hesabı yok. Her bölümde "Iıı şu uzun saçlı kız kimdi, ay o adam ölmemiş miydiii" diye kısa çaplı bir  hafıza egzersizi yapıyorsunuz. Kendisinin de belirttiği gibi George R.R. Martin, bir Yüzüklerin Efendisi fanıymış, bu da sanırım bol karakterli roman yazmasında önemli bir rol oynadı.
Kitapla ilgili bilgi verecek olursak, orjinal adı "Buz ve Ateşin Şarkısı" olan serinin ilk kitabını adı aslında "Taht Oyunları". Fakat siz de takdir edersiniz ki, dizi yapılmaya karar verilince "Game Of Thrones"  isim olarak çok daha kalıplı durduğundan, serinin değil ilk kitabın adı verilmiş.Diziyi izleyen herkesin aklında ise kilit soru şu :Demir Taht'a kim oturacak?
Size karakterlerin hepsini uzun uzadıya tanıtamayacağım,zira ömrüm yetmeyebilir. Ama başlıcalarını bilmekte yarar var diye düşünüyorum.

1.Daenerys Targaryen-Nam ı diğer Khalessi



Görünüşte ufak tefek sarışın bir kızcağız,ama gerçekte Targaryen hanedanının son üyesi,ejderhaların da bitanecik annesi. İşin aslı şu ki, bi zamanlar Demir Taht dahil her yer Targaryenlerinmiş ama iktidar kime yar oldu ki onlara olsun?Sonradan götü boklu Joeffrey in babası Kral Robert Demir That ı ele geçirince Targaryenler hezimete uğramış. Dizinin başlarında, sarı saçlı,yılan bakışlı abisi tarafından itilen kakılan Daenerys, Khal Drogoyla evlendirildikten sonra köklü bir değişime gidiyor.Her ne kadar evlilikleri görücü usulü olsa da, çiftimiz aradıkları mutluluğu birbirlerinde buluyor, ta ki Drogo ölene kadar.



İşin açıkçası Drogo da korkunçtu filan ama dizideki en sadık aşık da oydu bana kalırsa. Sevgili karısını ezdirmediği gibi ezmek isteyenlerin de ağzının payını verdi. Ama birkaç bölüm sonra hakkın rahmetine kavuşunca, onun halkının sorumluluğu Khalessi'nin üstüne bindi. İlk sezon açıkçası Khalessi den çok bişi beklemeyin, hep yorgun, hep bi çıkış yolu arıyor. Ama sezonlar ilerlerdikçe uff uff uff diyorum!
Sizin Demir Taht için adayınız kim bilmem,ama adalet duygusu, feminizmin dibine vuruşu ve ufacık boyuna rağmen güçlü duruşuyla benim en güçlü adayım ahan da bu sarı bacımız!

2. Cersei Lannister


Madem açılışı sarışınla yaptık,öyle devam edelim bari. Cersei Lannister, Lannister hanedanının biricik kızları.Yalnız afbuyrun azıcık sürtük! Hatta daha da ötesi yılan,çıyan,entrikacı, cadı kaynana!
Oğlunun sadist Joeffrey,kocasını manyak Kral Robert olmasına şaşmamalı. Fakat, kocası tarafından ne kadar aşağılansa da babası tarafından kocasına satılmış olsa da elinde hep bi kadeh içki, yüzünde de umursamaz bir sırıtış oluyor.Hayır bazen acımıyor değilim, o kadar travma atlatmış yavrum. Biraz feleğin çemberinden geçip de piskopat olanlardan kendisi. Yoksa kocasının ölümünü planlaması, öz kardeşine öldürecek kadar kin duyması, sürekli yüzünde tükürür gibi bir ifadeyle gezmesi doğal olamaz. Bi de asıl skandal kısım şu ki, bir kardeşinden cüce diye ölesiye nefret ederken öbürüyle de yatıyor. Ya ben bazen şu avrupalıları hiç anlamıyom amk! İnsan nasıl kardeşine aşık olur töbe töbee! Ama bu durumunu da Kralın Şehri'ndeki alıp başını yürümüş ahlak yozlaşmasına veriyorum. Elin gavuru sonuçta bişi diyemiyon.

3. Tyrion Lanniester



Dizinin nadir iyi karakterlerinden biri de Tyrion Lannister. Gerçi iyi dediysem dört dörtlük bir ahlak abidesi, örnek vatandaş beklemeyin. Burası Game Of Thrones  darling!
Tyrion, Lannister hanedanının en garip üyesi zira kendisi  bir cüce.Bu da yetmezmiş gibi babası da kız kardeşi de kendisinden nefret ediyorlar. Kralın Şehrinde de zaten "Little Devil" diye anılıyor; fahişelere fazlasıyla düşkün, her zaman kendini kurtaracak kadar kurnaz fakat bunların yanında cidden ortamdaki en adam gibi adam. Bir kez olsun bir kadına kötü davrandığını görmedim. Sansa Stark itilip kakılırken yanında sadece Tyrion vardı, kendisinden nefret eden Cersei'nin kızını güvenli bir yere o gönderdi, gerçi hoş gönderdi de noldu sanki Cersei'ye yaranabildi. Kendi çapında bir ahlak kuralı var, mesela Lannister larda yaygın olan zalimlik, acımasızlık onda yok. Ve son olarak fahişeye Shae ye aşık, öyle ki zarar görmesin diye onu şehirden uzaklaştırmaya çalışıyor fakat Shae gitmek istemeyince tam bir yeşilçam klasiği olarak, kızcağızı aşağılıyor,kalbini kırıyor. Tek aşkını sırf ölmesin diye yaban ellere gönderecek kadar da romantik. Gerçi Shae'nin sapına kadar bi türk kızı olduğunu ve bu aşağılanmayı burnundan getireceğini bilse,böyle bişi yapar mıydı emin değilim.

4. Joeffrey Barathoen



Ahe geldik dizinin en manyak,psikopat isimlerinden birine. Sadist eğilimli,manyak bir bebeyi kral yaparsan ne olur? Buyrun huzurlarınıza Joeffrey Baratheon!
O kadar iğrenç, o kadar sadist ve duygusuz ki cidden Joeffrey in kıymaet alameti olarak gönderildiğini düşünmeye başlıyorsunuz bi süre sonra.
Babası sağken evlenme vaadiyle kalbini çaldığı Sansa ya 4 sezondur işkence etmesi mi desem, kızcağızın  babasının başını gözleri önünde kestirmesi mi desem, sonrasında başka bi kız bulup Sansa nın gözü önünde flört etmesi hatta düğününe çağırıp katletdilmiş ailesinin kelleleriyle oyun izletmesi mi desem...
Resmen sadece Sansa ya yaptıkları bile burdan Fizan a yol olurmuş.
Bunun dışında bencil,psikomanyak ve patavatsız.Ha bide aslında dayısı babası ama bilmiyo salak piç!
Neyse kendisiyle ilgili daha fazla yorum yapmak istemiyorum.Öldü de kurtulduk!


Bu da ölüm capsi  Bi tek ölümüyle yüzümüzü güldüren Joeffrey i burdan 3 fatihayla uğurluyoruz.

5.Sansa Stark



Diziyi izleyen herkese "Allah çirkin şansı versin" dedirtecek bahtsız kızımız, Sansa Stark. Dizinin başında Winterfell'in biricik prensesiyken önce babasını kaybetti,sonra bütün ailesini. Joeffrey piçinin işkenceleri de cabası. Son sezon ondan kurtuldu fakat,Sansa'nın çilesi ne yazık ki bitmedi. Bu sefer de teyzesi tarafından itilip kakılmaya başlamıştı kii kendisini annesinin eski aşığı kurtardı.Tabi buna ne kadar kurtarmak denirse,zira adam bildiğin kızı yaşındaki çocuğa yazıyor. Yani bu masal olmayan kötücül dünyanın, tek bahtsız disney prensesi Sansa,ama maalesef bi türlü yüzü gülmüyor. İlk sezonda tek derdi, babasına rağmen kendisini üç beş güzel sözle tavlayan Joeffrey ile evlenip pembe panjurlu saraylarında minnak minnak bebeler doğurmak iken, şimdi "Allahım nolur daha psikopat birinin eline düşmeyeyim" diye yalvarıyor. Sanırım yazarın burda anlatmak istediği şey,ananızın babanızın sözünden çıkıp sarışın piçlerin peşinden gitmeyin! Yoksa haliniz Sansa dan beter olur!!!

6. Robb Stark



İşte Starkların biricik oğlu,Kuzeydeki kral! O değil de, kaç sezondur diziyi izliyorum nedense milletteki Stark aşkı bi türlü bana geçmedi. Winterfell in karlı kışlı ikliminden midir, kurtlarla olan yakınlığını bir kedi insanı olarak pek sevmediğimden midir, öyle Starkları aman aman tutmuyordum.
Fakat, şimdi yazıyı hazırlarken fark ettim ki, Robb un cidden bi gideri varmış!
Bi kere boylu poslu,geniş omuzlu çocuk! Ee kendince bi ordusu da var. Birazcık babasının gölgesinde kalan, kendince aile reisliği oynayan bi tarafı da var,ama o kadar kusur kadı kızında da olur. Gerçi duygusallığından gitti aşk evliliği yaptı, sonra gördü dünya kaç bucak.Neyse Robb cuğum,  seni her daim kaslı kolların, yakışıklı yüzünle hatırlayacağım,mekanın cennet olsun.



Başta da belirttiğim gibi Game Of Thrones daki karakterler yaz yaz bitmez.Ben de bi çakallık yapıp sadece benim ilgimi çeken, diziye başlayacak olsam aklımı çelebilecek karakterleri yazdım,umarım sevmişsinizdir.
Hadi bakalımm, cipsler hazır edilsin, ekran başına kitlenilsin. Zira "Winter Is Coming"




5 Nisan 2014 Cumartesi

Bi Küçük Eylül Meselesi



Daha çıkmadan başarılı reklamları sayesinde aklımda yer eden, "ben buna ille gidicem" dedirten nadir filmlerdendi Bi Küçük Eylül Meselesi. Hatta gerek twitter gerek farklı sosyal ağlar olsun, o kadar çok kampanya yapıldı ki 14 Şubatı atlatır atlatmaz tek başıma gitmeyi bile hazmederek gittim kendilerine. Ne de olsa romantizm dolu olduğu 500 metre öteden belli olan bu filme yalnız gitmek demek, bi sürü yılış yılış çiftle aynı salonda olmak, film boyu "aşkıımmm,bebeğimm" diye birbirlerine kur yapmalarını dinlemek demekti! Bir bakıma dağ yamacından paraşütsüz atlamak kadar acı verici! her neyse, twitter daki resim-söz konseptli çalışmayı fazlasıyla beğenmiştim, zira sözler cidden güzeldi. Afişte de "Hayat ıskaladığımız mucizelerle doludur" u okuyunca "Allahhh Turkish How I Met Your Mother" yapmışlar diyerekten gittim! Fakat hayal kırklığına uğradım!
İşi aslı hikaye çok güzel başladı, fonda Nil Karaibrahimgil'Den "Kanatlarım Var Ruhumda", mekan Cihangir mi yoksa aydınlık ve elit başka bir muhit mi karar veremediğim ama her halükarda güzel bir semt, başrolde yavruağzı elbisesinin içinde saçlarını savurta savurta deli bir özgüvenle yürüyen Eylül...
(Elbisenin resmini çok aradım ama bulamadım valla :( neyse eğer fragmanda filan varsa bi göz atın, cidden aşık olunası bir parçaydı)
Sonrasında bir kaza görüyoruz ve işin gizemi başlıyor,zira Eylül kazadan önceki son 1 ayı hatırlamıyor.Arada sırada bir şeylerin ters gittiğini fark ediyor, fakat herkes ona her şeyin yolunda olduğunu söylediğinden olsa gerek pek şüphelenmiyor.Aslında filmin bu kısmı çok güzeldi,zira ortada hatırlamayan koca bir ay var ve çevresindekiler hatırlamasın diye seferber olduğuna göre bu işte de bir bit yeniği var.Sonra kızımız Bozcadayla ilgili bişiler hatırlıyor ve bavulunu toplayıp adaya gidiyo.En yakın arkadaşı Berrak de peşinden tabii. Adada karşılaştığı çocuk,onun kendisine aşık olduğunu iddiaa ediyor ama kızımız hatırlamıyor. Sonrası asıl hikaye işte. Bi tarafta çocuk kendini hatırlatmaya uğraşıyor,hikayeye en baştan başlıyor, diğer taraftan arkadaşları ve ailesi kızımız bir şey hatırlayacak diye deli gibi korkuyor. Bu keşmekeşte kalan kızımız ise ha sıyırdı ha sıyıracak!

Filmin güzel yanlarını toparlarsak en baştaki o bilinmezlik durumu,görsellikteki başarı ve kıyafetlerdi.
Oyunculuğu da es geçemeyeceğim zira Farah Zeynep Abdullah kendini İngiltere Prensesi sanan,aşırı özgüvenli ve sorunlu Eylül'ü çok iyi canlandırmış. Fakat bence asıl alkışı Engin Akyürek hak ediyor zira yavrum bütün film boyunca loser ların loser ı, eziklerin eziğiydi.
Normal haliyle ve tavrıyla birçok kızın kalbini çalabilecek Engincik, bu filmde resmen ameleyi oynamış. Yetmemiş bi de çirkin adam yaftası yapıştırmışlar yavruma. Ben oyuncu olsam,bu rolü kabul etmeden önce bin kez düşünürdüm herhalde,zira adamın bütün karizmatikliği,yakışıklılığı film boyunca ayaklar altında!
10 sahneden 9 unda Tekin'in(Engin Akyürek) terlemiş koltuk altını gördük diyorum,daha da yorum yok!

Filmin kötü yanlarına gelirsek, bi kere reklamdaki "mucize" olayıyla pek de alakası yok.Hatta filmin ana sloganlarından biri bu film aşkı hatırlamanın filmi, ama bu sloganı da göremiyoruz zira ortada bi aşk da yok.
Sanırım filmdeki asıl problem karakterlerin fazlaca uyumsuz olmasından ve kötü sonla bitmesinden kaynaklanıyor.Evet sonla ilgili spoiler verdim hiç de pişman diilim, bileydim böyle biteceğini hiç gitmezdim valla halla halla. Neyse Eylül karakteri fazlasıyla kalpsiz, vurdumduymaz olmaz; Tekin ise fazla loser. Yani aralarındaki şeyin sabun köpüğü kadar süreceğini anlamak için sanırım 60 IQ yeterli. Buna rağmen bir aşk hikayesi oluşturulmak içi çabalanmış,ki bu da olayın inandırıcılığını baştan bitiriyor. Bi de en sinir olduğum sahne,daha eylül bişi hatırlamazken arkadaşını arayıp "Çok korkuyorum,gel beni burdan al" dediği sahneydi. Ben orda çocuğun seri katil olduğundan tut da evde ceset bulunduğuna kadar kafamda binbir senaryo üreteyim,sonunda olay sadece Eylül hanımın aşktan korkması çıksın. Lan daha demin çocukla seviştin,hatta kahvaltı hazırlıyordun ne ara fikrin değişti manyak? One night stand istiyorsan,efendi gibi giyinir adadan ayrılırsın, arkadaşlarını ayağa kaldırmalar, American horror Story nin ortasına düşmüş gibi davranmalar da ne??
Sözün özü, aaa evet izlemiştim ben o filmi demek için iyi bir film ama benim gibi yüksek beklentilerle gitmeyin.