22 Temmuz 2013 Pazartesi

Bir Klasik: The Mummy

Bir sohbet sırasında konu "en sevdiğin filmler" kısmına gelince ister istemez hep yalnız kaldım.Tamam, herkesin neşesinde hemfikir olduğu Amelie yi severim, Leondan ben de etkilendim,hatta çoğu kişinin izlemeyerek hayatının hatasını yaptığını düşündüğüm Jeux D'enfants ın hastasıyım.Ama ne bileyim,böyle soruların cevabı genelde yukarıda bahsettiğim filmlerden çok, gereksiz derecede uzun ve abartılı bir dille mesaj veren filmlerdir.Ya da fazlasıyla popüler olan filmler.
Benim mi sanat anlayışım kıt,onlarınki mi fazla ileri bilmiyorum ama ne zaman birine en sevdiği filmi sorsam ya "Esaretin Bedeli" diyor ya da "The Green Mile".
İki filmi de izlemiş biri olarak mesajlarını takdir etmekle birlikte insnalar bunları sıkılmadan nasıl izliyor,en sevdiği film kategorisine nasıl koyuyor hayret ediyorum.Zira benim en sevdiğim filmden anladığım şey, aynı filmi sıkılmadan tekrar tekrar izleyebilmektir.E ben "Esaretin Bedeli"ni bir defa zor izledim,ne ikincisi?
Neyse,bu konuyu pas geçerek kendi favori filmime geçiyorum.
Her ne kadar Indiana Jones filmlerini sevmesem de sanırım içimde bi yerlerde iflah olmaz bi maceraperest yatıyor.Çünkü sıkılmadan 1293408 defa izlediğim tek film The Mummy yani Mumya.
Kütüphaneci kızı mı kendime benzettim Rick in kaslı kollarına ve o serseri tavrına mı vuruldum bilmiyorum.
Belki de küçük sayılacak bi yaşta izlediğim için aklımda bu kadar yer edindi.
Zira The Mummy i izledikten sonra bir süre arkeolog olmaya karar verdim.Bizimkilere Tudem in renkli ansiklopedi kıvamında olan Mısırın Gizemi kitaplarını aldırdım.
Hatta, işi daha da ileri boyuta taşıyıp kitaptan hiyeroglif yazısı filan çalışıyordum.
Hey gidi günler hey!
O zaman, "hiyeroglif ne işime yarayacak, bari çince öğreneyim iş bulurken işime yarar" diye düşünmüyorsun.
Her şey faydadan çok mutluluk odaklı.
Neyse, filme gelirsek afişte gördüğünüz cici kızımız  Mısırda çalışan bir kütüphaneci.Bir gün palavracı kardeşi Jonathan,ona arakladığı gizemli lahit anahtarını getiriyor.
Ve anahtarın sahibini bulmaya çalışan ikili kısa sürede bebişim Rick' ulaşıyorlar.Rick demişken kendisi yanlış hatırlamıyorsam ingiliz ordusunda binbaşı gibi bişi.
Zaten filmin başında  araplarla aralarındaki savaşı gösteriyor.
Anahtarı da savaşın olduğu yerde,yani gizli şehir Hamunaptra da buluyor,yani buluyormuş çünkü nasıl bulduğunu göstermediler.İki kardeş Rick'i b,r hapishanede buluyorlar.Tam da asılacakken!
Bizim hanım hanımcık Evelyn, ordaki müdüre Rick'in Hamunaptra'nın yerini bildiğini söylüyor ve Rick'i asılmaktan son anda kurtarıyor.
Böylece Evelyn Hamunaptrada Amon Raa nın altın kitabını aramak,Rick ve Jonathan ona yardım etmek,hapishane müdürü ise hazine avına çıkmak üzere bir gemiye biniyorlar.
Tabi ki Hamunaptrayı arayan sadece onlar değil.
Mısır çöllerinde başlayan bu gizemli yolculuk, meraklı kütüphanecimiz Evelyn'ın yanlışlıkla okuduğu bir kitap yüzünden hayata dönene mumyayla daha da şenleniyor.
Üstelik mumyamız da normal bi mumya değil, firavunun metresiyle aşk yaşamış,sonra da onla bir olup firavunu öldürmüş. Bu kaçarken kız arkada kalıp intihar ediyor, buna da "sen kaç,beni sonra diriltirsin"diyor.
Oh ne iyi valla!

Kız buna güveniyor,ama salak İmhotep ayini tamamlayamadan firavunun askerlerine yakalanıyor.
Gerizekalı!
Zaten kızı öperken koluna dokunmasa firavun da bişi çakmayacaktı.
Bu salağı bok böcüklerine yem edip mumyalıyorlar.
Ölürken her ne kadar acı çekse de dünyaya dönünce milletin anasını ağlatıyor.
Neyse,zaten olay o bu değil de benim Evelyn ve Rick ikilisinde gördüğüm o aşk.
Allahım bi ikili nasıl bu kadar birbirine yakışır?
Bi erkek Rick gibi nasıl hem karizmatik,hem atletik hem de cesur olabilir?
Valla şuur bulanıklığından gidicem!

Bi bakın şunlara!
Sizce de haklı değil miyim?
Neyse, bu ikili dışında mısır hakkındaki enfes manzaralar ve yarattığı macera hissinden dolayı The Mummy her zaman favori filmimdir,öyle de kalacaktır.
Not: geçen gece rüyamda Evelyn nın yerinde olduğunu görmem de bu yazıyı yazmamda bayağı etkili oldu.Yalnız bu sefer,yanlışlıkla bir değil iki mumya diriltmiştim.
Zavallı Rick ciğim onları öldürcem diye heba oldu.

Neyse sevgili okuyucular,bi film yazımızın daha sonuna geldik.
Hepinize bol "mummy" li günler :)

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Efsane Diziler Bölüm 1: Doctor Who

"Bütün tatili mal mal yakınmakla,otla bokla kavga etmekle geçireceğime bir iki dizi önerisi yapayım da bi işe yarasın" düşüncesiyle yola çıktığım yazılardan ilkiyle karşı karşıyasınız.
Şimdi hakkında özet geçeceğim diziyi henüz izlemediyseniz,hayatınızın hatasını yapmışsınız derim.Zira salak ben,bu diziyi ygs ye hazırlandığım yıl keşfettim,öyle olmasına rağmen de kopamadım.
Gerçi ilk sezon ve ordaki doktor biraz dandikti,ama olsun.
2. sezonla birlikte hayatımın aşkıyla tanıştım:David Tennatlı Doctor Who!
Şimdi kısaca bi bakalım bu doctor kimmiş neymiş.
Kendisi sen,ben gibi sıradan bir insan değil,hatta deyim yerindeyse insan değil;zaman lordu.
Ah,ah,ah,zaten şu bakışa,şu duruşa,şu takım elbiseye bakın!
Üstünden lordluk akmıyor mu adamın?
Biz, burda sıcaktan iki seksen uzanırken kendisi arka planda gördüğünüz mavi telefon kulübesiyle zamanda yolculuk yapıyor. Kah 1950 lere gidiyor,kah 3000 li yıllarda fink atıyor.
Ve gittiği yıllarda mutlaka bi olay oluyor.Yani bizim bayram tatilleri gibi,farklı yerler gidip iki çay içip dönüşte de koltuğunun altına lokum paketi tutuşturup gelmiyor.
Yalnız Davidciğimin tek kusuru,yanında gördüğüm ve belli aralıklarla değişen "yol arkadaşları".
Tamam,sen de bi canlısın,senin de arkadaşa ihtiyacın var doktorcum da bu ne lan?
Yanına hep manken gibi kız almak zorunda mısın?
Al seksen yaşında bi babanne,dede olsun bitsin.
O sana tatlı tatlı nasihat ederken dünyayı kurtarırsın.
Hayır,zaten gemiye aldığın o şıllıkların hiçbirinin sana gram faydası yok.
Kaç bölümdür o Tardis'in boruları hep pis.
İnsan eline alır bi toz bezi, her tarafı pırıl pırıl eder ama nerdeee?
Bak şimdiden söylüyorum doktorcuğum,insan olsan çoktan defetmiştin o kızları.
Temizliği bırak yemek de yapamıyordur bunlar şimdi.
neyse,doktorumuzun yol arkadaşları konusunda yeterince fesatlık ettiğimize göre şimdi onları tanıyalım.


Bir numaramız Rose Tyler.Doktorun ilk yol arkadaşı.Her ne kadar dişleri boy aynası olarak kullanılacak kıvamda olsa da sempatik tavırlarıyla benim bile kalbimi fethetmişti kerata.Zaten Doktordan ayrılırken de çok ağladıydı  :( Kendisi doktorla tanıştığında zenci bi erkek arkadaşı vardı,bunlar evreni geze geze bitirdiler,kızın erkek arkadaşı hala bekliyo.Valla ben olsam,doktoru bulduğum an "hadi sana goodbye beybii" der zenciyi paketlerdim;ama sonuçta kendi kararı,saygı duymak gerek.

İki numara Martha Jones. Valla ne yalan söyleyeyim Rose dan sonra bu kız biraz soğuk nevale geldi. Zaten anası da gestapo gibi kadın,kızımın peşini bırak diye doktorcuğumun başının etini yedi durdu.
Ayyy,koskoca zaman lordu çok meraklıydı senin buzdolabı kızına.Uyuz şey!
her ne kadar marthaya başlarda ısınamasam da doktora olan inancı hoşuma gitmedi değil. Bi bölümde bunu kapsülle güneşe  fırlatıolar,bu hala doktor gelecek beni kurtaracak diyor(dediği gibi de oldu)
Ben olsam herhalde çoktan,allah belasını versin onla karşılaştığım günün,ne güzel evde yayılıodum,oyy anamm oyy diye ağıtlar yakmaya başlamıştım.
E koskoca  güneş bu boru değil!
Sonunda marthacığımız doktorun hala rose u unutamadığını düşünüp yapması gerekeni yaptı.Doktoru bıraktı.Onu bu karakterli kararından ötürü tebrik ettim.Aferin martha,zaten doktordan sonra kendine bi de nişanlı bulmuşsun,tez elden evlen de beni katil etme.


Üç numara ve benim nerdeyse en çok sevdiğim kişi Donna Noble!
Tamam rose u sevimli buluodum ama bu kızda ayrı bi hava var. Ne hissediyorsa pat diye söylüyor.Her yolculuklarında ilk yolculukları kadar heyecanlı.Hatta o kadar sevidirik oluyor ki,durup durup doktorun boynuna sarılıyor.Herhalde bu diziye düşsem canlandıracağım karakter Donna olurdu.
Bir de diğerlerinin aksine Donna,doktorla ikinci kez karşılaşıp da yolculuğa çıkıyor ki bu sınırsız evren ve zamanda mucize gibi bişi. İlk seferinde evlenmek üzereyken doktor çıkıp geliyor,ama donna onunla yolculuğa çıkmayı kabul etmiyor(nasıl bi ruh halindeyse o an)
Ama sonra doktoru bulabilmek için nerde bela varsa oraya damlıyor.
Zaten ikinci karşılaştıkları bölümde bi camdan cama konuşma sahnesi var ki,her izleyişimde tekrar gülme krizine giriyorum.(birkaç resmi aşağıda)



Alttaki resimde de ateşten yaratık pyroville leri su tabanacıyla etkisiz hale getiriyorlardı : )
Olay Pompei de geçiyordu,kahramanlarımız da takma isim olarak Spartacus u kullanıyorlardı :)


Fakat bunca neşeye rağmen,kendisine rose ve marthaya tanınan fırsatlar tanınmıyor yani ben öyle düşünüyorum.Zira başlarına gelen kötü olaylarda,donna hep doktorla karşılaştığını,tanıştığını unutuyor.
Sanırım doktorla karşılaşan birinin başına gelebilecek en kötü şey :(

Yazıyı toparlamak gerekirse,bu diziyi izledikten sonra belli bir süre gökyüzünde mavi bir telefon kulübesi görmeyi beklemedim desem yalan olur.
Henüz gelmedi,ama içimdeki donna pes etmeye pek de niyetli değil.
Yalnız kulübe geldiğinde içindeki doktor david tennat olmazsa şurdan şuraya gitmem.
Bi de gelmeden telefon ederse sevinirim.
Hayır sabahın köründe filan gelir,şiş gözlerle,rüyadan yeni kalkmış "noluyoz yeaaa" modundayken bavul hazırlamak zor olabilir.
Mutlu kalın :)